Dil Konusu

Osmanlı Devletinde dil konusu iki kısımda değerlendirilir. Birincisi köylerde ve şehirlerde konuşulan dil, ikincisi yazılı eserlerde kullanılan dil. Aslında her ikisi de Türkçe olmasına rağmen kimi zaman birbirine çok yakın, kimi zaman birbirinden çok uzak olmuştur. Konuşma dili her dönemde sadeliğini korurken yazı dili aynı sadeliği koruyamamıştır. Konuşma dilini herkes anlayabilirken yazı dilini sadece eğitimli kesim anlayabiliyordu. Konuşma dili ile yazı dili dönem dönem birbirinden çok uzaklaşmıştır.

Yazı dili, yazıldığı dönemin aydın kesiminin anlayış tarzına bağlı olarak değişiklik göstermiştir. Bazı dönemlerde konuşma dili ile paralellik gösterirken bazı dönemlerde, yabancı dilde yazılmış intibaı uyandıracak düzeyde yabancı kelimeler ve terkipler tercih edilmiştir. Bilhassa edebiyat dili orta düzeyde eğitim almış insanlar tarafından bile anlaşılamayacak kadar karmaşıktır. Dinî eserlerde tamamen Arapça, edebî eserlerde tamamen Farsça kelimeler ve terkipler kullanılmıştır.

Dinî içerikli olanlar Kur’an-ı Kerimin dili olması sebebiyle Arapçadan, edebiyat dilinin ihtiyaç duyduğu kelimeler ve terkipler ise Selçuklu döneminin ilim ve edebiyat dili olması sebebiyle Farsçadan alınarak Türkçeyi tamamlayıcı ve güçlendirici destek olarak kullanılmıştır. İslam medeniyetinin ortak kültür mirası olan bu kelimelerin ve terkiplerin bir çoğu zamanla Türkçeleşerek yeni anlamlar kazanmıştır.

Osmanlı Devletinin yazı dili, o dönemlerin aydınları tarafından Osmanlıca veya lisan-ı Osmanî olarak tanımlanmıştır. Bu tanım Osmanlı Devletinin kuruluşundan harf inkılabının yapıldığı tarihe kadar geçen sürede –Cumhuriyet döneminin ilk beş yılı da dahil olmak üzere- İslam harfleriyle yazılmış bütün yazılı eserlerin dilini ifade etmektedir.

Osmanlı Devletine ve Osmanlı Türkçesine siyasî ve ideolojik biçimde yaklaşan bazı kesimler, daha çok belirli dönemlerde tercih edilmiş olan ağdalı edebiyat dilini vurgulamak ve Osmanlı Devletini küçümsemek amacıyla Osmanlıca ifadesini kullanırken bazıları da Osmanlı alfabesinin zorluğunu anlatmak için bu ifadeyi kullanmaktadırlar. Oysa tarih ve kültür bir milletin ortak mirasıdır. Bu sebeple, ortak miras niteliğindeki millî konular siyasî ve ideolojik yaklaşımlara alet edilmemelidir.

Çünkü Osmanlı alfabesinin kullanıldığı önceki dönemleri de dikkate alırsak, tarihimizin yaklaşık bin yıllık kısmında sayısız dinî, edebî, tarihî, hukukî, tıbbî vb. eserler ile resmî belgeler Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştır. Bunları tamamen yok saymak, milletin tarihiyle ilişkisini kesmek kabul edilemez. Ancak Osmanlı Devletinin dilini Osmanlıca veya lisan-ı Osmanî olarak ifade etmek yerine Osmanlı Türkçesi veya Türkçe olarak ifade etmek daha doğru olur.

Neden Osmanlıca denilmiştir?

Tanzimat dönemi aydınlarından bir kesimi Osmanlı Devletinin bir imparatorluk olduğu ve çok farklı milletlerden oluştuğu gerçeğinden hareketle vatandaşların kullandığı ortak dile verilen ismin bir ırkı çağrıştırmaması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu kesim, millî bir devlet görüntüsü verilmesinin devletin bekası açısından zararlı olacağını ve milliyetçilik hareketlerinin körükleneceğini düşünmüşlerdi. Bu sebeple dilin bu ülkede yaşayan bütün milletleri kapsayıcı olması gerektiğini belirterek kullanılan dile Osmanlıca veya lisan-ı Osmanî denilmesinin daha uygun olacağını ifade etmişlerdi.

Osmanlıca ifadesinin oluşmasında rol oynayan asıl önemli unsur devletin kurucusunun Osman Gazi ve devletin isminin de Osmanlı Devleti olmasıydı. Yani Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gaziye ve devletin Osmanlı ismine izafe edilerek kullanılan dile aydın kesiminin bir kısmı tarafından Osmanlıca denilmiş ve çoğunluk tarafından kabul de görmüştür. Fakat yine aynı dönemin bir başka aydın kesimi lisan-ı Osmanî ve Osmanlıca tanımının galat-ı meşhur olarak ifade etmiş ve eleştirmişlerdir.

Osmanlıca yabancı dil midir?

Osmanlı Devletinde kullanılan dilin Osmanlıca olarak ifade edilmesi, insanların bilinç dünyasında yabancı dil algısı oluşturmaktadır. Fakat Osmanlıca aslında yabancı dil değil; aksine anadilimiz olan Türkçedir. Gerçi bünyesinde çok fazla Türkçe olmayan kelimeleri ve terkipleri barındırmakta idi. Fakat bunlar Türkçe cümle yapısı üzerine inşa edilerek kullanıldığı için dilin Türkçe olmasını etkilemiyordu. Bugünkü dilden sadece iki farkı vardı. Birincisi o günün dünyasında geçerli olan Türkçe kelimeler kullanılıyordu. İkincisi ise İslam alfabesi ile yazılıyordu.

Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğunun ilk anayasası olan Kanun-ı Esasî’de devletin resmî dilinin Türkçe olduğu ve devlet kademelerinde istihdam edilecek personelin de “..devletin lisan-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri..” gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Bugün Osmanlı alfabesini öğrenen kişiler o dönemlerde yazılmış eserlerin dilinin tamamen Türkçe olduğunu görürler. Son dönemin bazı aydınları ise bunu Osmanlı Türkçesi olarak ifade etmişlerdir.

Osmanlı Türkçe’sini Niçin anlamıyoruz?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra tarihî ve kültürel etkisi bakımından iki büyük değişim yaşanmıştır. Birincisi Osmanlı Devletinde kullanılan alfabenin değişmesi; ikincisi dilde sadeleşme hareketidir. Bunlar insanları Osmanlı Türkçesinden koparan iki mütemmim cüz olmuştur.

Bilindiği üzere 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun” ile Latin harfleri kabul edilmiş ve yaklaşık bin yıldan beri bütün resmî belgelerin ve eserlerin yazıldığı alfabe yasaklanmıştır. Alfabe değişikliği, bin yıllık tarihî birikimle oluşmuş muazzam bir mirası yok etmiştir. Yani bütün tarihî, kültürel, iktisadî, siyasî, edebî belge ve eser adına geçmişimize ait her ne varsa hepsini silmiş; çıkartılan kanun millî hafızayı okunamaz hale getirmiştir. Bu durum, beyin travması geçirmiş bir kazazedenin geçmişini kalıcı olarak unutması veya kendi varlığının sebebi olan ebeveynini yok sayması gibi bir durumdur. Varlığından bile haberdar olamadığınız tarihî bir bilgiyi ne kadar sahiplenebilir, ne kadar kullanabilirsiniz?

12 Temmuz 1932 tarihli dil devrimi ile Türkçenin,Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden ve dilbilgisi kurallarından arındırılması ve dilimizin fonetik açıdan Avrupa dillerine uyumlu hale getirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Türk Dil Kurumu kurulmuş ve 1932-1938 yılları arasında Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin büyük çoğunluğu dilimizden atılmıştır. Ayrıca dilimizden atılan Arapça ve Farsça kelimelerin yerini İngilizce, Fransızca ve Latince kelimeler almıştır. Artık yeni nesiller yeni alfabeyle, yeni kelimelerle, yeni kültürle yetiştirilmektedir. İşte bu sebeple Cumhuriyet döneminde yetişen nesiller 50 yıl, 100 yıl önce Osmanlı Türkçesiyle yazılmış eserleri okuyamamakta ve anlayamamaktadır…

Osmanlı Türkçesi Alfabesi

Tarihimizin yaklaşık 1000 yıllık döneminde İslam alfabesi kullanılmıştır. Osmanlı Türkçesi dindaşlık, demografik ve coğrafî birliktelik sebebiyle Arapça ve Farsça kelimelerden çok fazla etkilenmiştir. Bunca tarihsel birikimin yazıya ve esere dönüştüğü belgeleri okuyup anlayacak beyinlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla üniversitelerin belirli bölümlerine zorunlu Osmanlıca dersleri konulmuştur. Fakat bu dersler Osmanlı Türkçesiyle yazılan belge ve eserleri, özellikle de el yazmalarını okuyabilmek için yeterli değildir. Osmanlıca derslerinin zorunlu olarak öğretildiği fakültelerden mezun olanlar basit matbu eserlerden başka hiçbir belgeyi okuyacak ve anlayacak seviyeye erişememektedir.

Bunun sebebi Osmanlı Türkçesiyle yazılmış eserleri okumanın ve anlamanın uzmanlık gerektirmesidir. Fakat bu konuda insan yetiştirmek çok kolay olmamaktadır. Uzmanlaşma uzun yıllar sürecek kesintisiz bir ilgiyle, uzun yıllar sürecek ciddî çalışmalarla ve bu konuya yoğunlaşmakla mümkündür.